Uz.Klinik Psikolog ve Psikoterapist Gülten İkizoğlu ile Şubat 2021 ‘de Timaş yayınlarından çıkan ilk kitabı ÖTESİ ve gerçek kendilik kavramı hakkında konuştuk.
Umut Terapi Editörü: Merhaba,öncelikle kaleminize sağlık, okuru bol olsun diyor hemen ilk soruma geçiyorum.Kitabınız psikoloji ile edebiyatın tam ortasında duran bir uslüba sahip. Olay, zaman, mekan kurgusunun olması, ana karakter ve yan karakterlerin iç dünyaları ile tanımlanması ve olay örgüsünün olması bir romanı çağrıştırırken, psikoterapinin temel meseleleri ile ilgili bilgilendirmeleri, kişiyi terapötik bir yolculuğa çıkarmasıyla da bir psikoloji kitabı.Bu yönüyle okuyucuyu yormadan, sürükleyiciliğini kaybetmeden olay örgüsü içinde bilgiyi okuyucuya hazmettiriyor gibi. Neden ve nasıl böyle bir üsluba karar verdiniz?
G.İkizoğlu: Aslında kitabı kaleme alma nedenim böyle bir üslübu da beraberinde getirdi.Geçmişte daha yaygın olan günümüzde kısmen devam eden yanlış bir kanı var: Psikoterapi sadece önemli sorun yaşayan kişilere hitap eder. Bu kanıyı değiştirmek ve psikoterapinin yaşamın her anının içinde yer alan ve her insanı gerçek kendiliğine götüren bir sistem bütünü olduğunu anlatmak istiyordum.Yani psikoterapinin aslında ne olduğu ve ne olmadığını herkese anlatma isteğimdi Ötesi’ni kaleme alma sürecimi başlatan. Böyle bir amaçla yazılacak kitabında da yaşamın tam içinden olması gerekiyordu. Sadece bilgi veren bir kitap olmasını değil, okurken düşündüren, düşündürürken duygulandıran, duygulandırırken değiştiren ve düzenleyen haliyle hem terapiyi anlatsın hem okuyucuya terapist gibi yaklaşmasını hedefledim.İstedim ki okuyucu, hayatın farklı kavşaklarında takılmış kişilerin öykülerine tanık olurken, kendi yaralarıyla yüzleşsin, içlerinde gizli olan kırgın çocuğa şefkatle bakarak kendilerini onarsın ve gerçek kendiliklerine açılan kapıya ulaşsın.Bu hedef böyle bir uslübu doğurdu.
Editör: Kitabın ilk cümlesi “ İnişinde kendi gerçeğinle karşılaştığın her yokuş çıkmaya değerdi” ile başlıyor ve kitap boyunca tanık olduğumuz yaşam öyküleri kişinin travmalarından arınıp gerçek kendiliğine ulaşma çabasını anlatıyor. Kitaptada hem öykülerin içinde alt yazı olarak hem zaman zaman tanımlayarak anlattığınız ‘ Gerçek kendilik, sahte kendilik ‘ kavramları ile ilgili neler söylemek istersiniz?
G.İkizoğlu: Sahte Kendilik ve gerçek kendilik kavramları ilk kez İngiliz psikiyatrist ve psikanalist D.Winnicott tarafından tanımlanmıştır. Ardından Kendilik Bozuklukları kuramcısı J.Masterson kuramında bu kavramlara geniş bir şekilde yer vermiştir. Masterson, patolojiyi kişinin gerçek kendiliği engellenerek savunmacı sahte kendilik geliştirme durumunda kalması olarak açıklamıştır. Masterson’a göre psikoterapi sahte kendiliğimizinden sıyrılarak gerçek kendiliği inşa edeceğimiz meşakkatli bir süreç sonunda kendimizle kucaklaştığımız bir yolculuktur.
Doğduğumuz andan hatta anne karnından beri yaşadıklarımız biz geçti sanıp hatırlamasak da aslında geçmiyor. Olumsuz anlar, anılar biz hatırlamasak bile bilinçdışında saklı kalıyor. Bilinçdışında saklı olan özellikle duygusal şiddeti yüksek travmatik etkisi olan anılar biz fark etmeden hayatımızı devralıyor. Kendimizi tanımlarken kimi zaman huzursuz, belki huysuz,belki kaygılı, çabuk parlayan ya da melankolik, şıpsevdi, çabuk pes eden, kolay güvenmeyen vs. gibi sıfatlarla kendimizi tanımlıyoruz ama gerçekte bunlar bizim gerçek kendiliğimize ait sıfatlar mı, yoksa çözümleyemediğimiz travmaların duygusuyla yüzleşmemek için geliştirdiğimiz bir savunma sistemi mi? Kişiliğimiz karakterimiz dediğimiz şey aslında hiç de bize ait olmayan bir savunma mekanizması olabilir. Bununla yüzleşip gerçek duygularımıza temas edemediğimiz sürece kendimizle, insanlarla ve tüm dünyayla ilişkimiz sahte, kopuk ve keyifsiz olur. Yüzleşip işlemleyemediğimiz travmanın duyguları fiziksel ya da ruhsal hastalık olarak karşımıza gelir. Yani aslında her çeşit psikolojik rahatsızlıklar, anksiyete bozukluğundan yeme bozukluğuna kadar, borderline (sınır) kişilikten narsisistik kişiliğe kadar ya da sadece can sıkıntısı, huzursuzluk, suçluluk, kaygı, korku, tutukluk gibi işlevsiz duygularımız sahte kendilikle hayatı sürdürmemizden kaynaklanmaktadır. Yüzleşmek zorlayıcı da olsa bizi büyütür, güçlendirir, sahte kendilikten sıyrılarak kendimizle, hayatla gerçek bir temas kurmamızı sağlar. Bu temas çok kıymetli ve iyileştiricidir. Bu sebeple “İnişinde kendi gerçeğinle karşılaştığın her yokuş çıkmaya değer”
Editör: Peki ne oluyor da insan sahte kendilik geliştiriyor?
G:İkizoğlu: İşte bu ÖTESİ’ndeki terapi öyküleri içinde anlatılmış uzun bir hikaye. Kısaca özetlemeye çalışayım.İçine doğduğu dünya ve varlığı hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan insan yavrusu, doğduğu andan itibaren nörobiyolojik kodlarında var olan potansiyelini harekete geçirerek kendisi, çevresi ve dünyayla ilgili bilgi toplamaya başlar. Topladığı bilgileri belli kategoriler içinde birleştirerek kendisiyle ilgili ilk tasarımlarını oluşturmaya başlar. Bu tasarım inşa sürecinde iki temel referansı vardır: Birincisi kendi duyumları, duyguları; ikincisi, bakımını üstlenen kişi tarafından kendisine gösterilen sevgiyi ve şefkati algılama biçimidir. Çocuğun sağlıklı kendilik tasarımı geliştirebilmesi için bakım veren annesinin onu sevdiğini ve koruduğunu, ona değer verdiğini hissetmesi önemlidir. Özellikle yaşamın ilk üç ila otuz altı ayı arasında korunduğunu ve değerli olduğunu hissetmesi annesinin onun duyum ve duygularına uygun yanıtlar vermesiyle mümkün olmaktadır. Eğer anne çocuğun duygularına paralel değil, zıt yönlendirmeler yaparsa örneğin çocuk açken uyutmaya çalışır ya da neşeyle oyun isterken kaşlarını çatarsa çocuğun gerçek kendiliğinin gelişimini engeller. Bu besleyici ya da engelleyici yönlendirmelere dayanarak çocukta birbiriyle kaynaşmış, iç içe iki kendilik tasarımı meydana gelir: Gerçek (öz) ve sahte (çürük) kendilik. Kendi iç dünyasında gerçekliğini hissettiği ama tanımlayıp anlamlandıramadığı duygularına annesinin uyumlu ve yatıştırıcı tepki vermesi çocukta “Duygularım olduğu gibi kabul ediliyor. Demek ki ben olduğum halimle kabul ediliyorum, olduğum halimle değerliyim, seviliyorum. Bu dünyada bir anlamım, yerim var,” inancının çekirdeğini oluşturur. Bu inanca sahip olan çocuk gerçek düşünce ve duygularını olduğu haliyle ortaya koyar. Böylece gerçek kendiliğine yabancılaşmaz. Eğer anne çeşitli nedenlerden dolayı çocuğun duygularını hissedemeyip onun içsel gerçekliğine uymayan tepkiler verirse, çocuk bir süre sonra sevgi nesnesi olan annesine uymayan, onu hoşnut etmeyen gerçek kendiliğini yok sayarak annesinin gerçeğine uyumlanıp onu hoşnut edecek sahte bir kendilik geliştirir. Böylece gerçek kendiliğini ortaya koymak için var edilmiş olan insanın sahte kendilikten sıyrılma mücadelesi başlamış olur. Bu mücaelenin nasıl bir şey olduğunu insanı nasıl etkilediğini anlamak ve hissetmek isteyenler detayları Ötesi’nde bulacaklardır.
Editör: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyoruz.