Duygularımız, yaşamımızın rehberidir. Bizi koruyan, kollayan; organizmanın devamını sağlayan, bazen farkında olduğumuz, bazen olamadığımız güvenlik güçlerimizdir.
Bu temel güvenlik güçlerimiz, biz var olalım diye doğal halini yani gerçekliğini bırakıp başka boyutlara geçmektedirler. Çocukluğumuzda çevremizden sürekli etkilenmektedirler. Örneğin; annesi tarafından sürekli değersiz, önemsiz bulunan ve yaptığı hiçbir iş beğenilmeyen bir çocuk, hayata devam edebilmek için annesinden gelen duyguları alıp kendi duygu şemasını oluşturur. Kendi hissettiği duygulardan feragat eder. Bunu, feragat ettiği duyguların ileride kendi hayatına ne kadar zarar vereceğini bilmeden yapar. Çocuğun başka bir seçeneği yoktur çünkü onu koruyan kollayan bakım veren ihtiyaç duyduğu kişiye karşılık verecek gücü ve potansiyeli yoktur.
Çocuk ne yapacağını bilmeyen, hayatı yeni yeni deneyimleyen, çaresiz bir haldedir. Bu çaresizlik içinde, her şeyi annesinin yüzünde takip eder. Annenin bir dakikalık nötr duruşuna dayanamayan ve onun gülen yüzünü görmek için “dünyaları yıkarcasına” mücadele eden ve ağlayan sesi ile ‘’Anne ne olur gül! Senin gülen gözlerini görmek istiyorum.’’ demek, elinde olan tek şeydir. Anne gülünce gülen, anne ağlayınca ağlayan; aslında empatik duyguları yetişkinden defalarca kat fazla olan çocuğun duygusal yapısı, sonrasında sempatiye geçer. Buradaki sorun, çocuğun kapasitesinin üstünde olan duygu ile baş edememesi ve annenin bu uzaklığına dayanamaması, bu kötü duygularla nasıl mücadele edeceğini, onları nasıl regüle edeceğini bilmeyen bir organizmaya sahip olmasıdır. Aslında bu potansiyele doğuştan sahiptir ama potansiyelini kullanmasına engel olan durum, duygunun yoğun ve kapasitesinin üstünde gelmesidir.
Gelin o zaman bu duygulara biraz bakalım. Duygularımız, önemli olaylar yaşadığımızda bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayıp ona göre konumlanan bir yapıya sahiptirler. Her insan, duyguları yerinde ve yeterince gösterme gizil potansiyeli ile doğar. Bu potansiyele sahip olmasına rağmen bakım verenleri, duygularını nasıl göstereceğini bilmedikleri için farkında olmadan doğal olarak sahip olunan bu duyguları bozar ve yerine kendi bildikleri formatı atarlar. Bu format, bireylerin doğru yolda olduklarına inanmalarına ve hayatları boyunca böyle yaşamaya devam etmelerine sebep olur. Bu yanlış kodlar nedeniyle kişiler, hayatın karşılarına çıkardığı iyi bir dosta, güvenilir bir eşe sahip değillerse veya terapi almıyorlarsa gerçek yaşantının tadını alamayacaktır. Yanlış öğrendikleri bu yola saplanacak, diğerleri farklı davrandığı için öfkelenecek ve onların yanlış olduklarını söyleyip dostluklarını bitireceklerdir. Aynı kendileri gibi uygun olmayan yaşantıyı ve duyguyu öğrenmiş insanları bulup onlarla yaşamaya devam edeceklerdir. Böylece gerçek duygunun insana neler hissettirdiklerini öğrenemeyip hayatlarının sonuna kadar aynı şekilde yaşamaya devam edecekler ve gerçek duygunun; iletişimde duvarları kaldırdığını, samimi dostluklar kurulmasına yardımcı olduğunu, şefkat ve merhamet duygularını ortaya çıkardığını deneyimleyemeyeceklerdir.
Oysaki kırılsa, incinse, öfkelense bile orada kalıp ona bu duygularının söylendiği; yaşadığı sorunun üstesinden gelmek için neler yapılabileceğinin konuşulduğu bir süreç her zaman daha sağlıklı olacaktır. Duyguları bastırmayı, yok saymayı öğrenen kişiler; hayatları boyunca bu duyguları tadamadıkları gibi yanlışlarıyla, kendilerine zarar veren duygularla hayatlarına devam ederek ilişkilerine zarar verecekler ve belli bir süre sonra da tüm bunların getirdiği yükü taşıyacaklardır. Bu yük, duyguların yerinde ve yeterince gösterilmemesinden dolayı ortaya çıkan psikosomatik rahatsızlıklarla mücadele edip acı çekmektir. Örneğin; “Omuzlarım çok ağrıyor, kasılıyor.”, “Göğsümün üstüne öküz oturmuş gibi.”, “Boğazımda düğüm var.” ya da “Oraya bir şey saplanmış, oturmuş, gitmiyor.” gibi ifadeler ile kişiler o yükü anlatmaya çalışırlar.
Bu gibi durumları şöyle ifade edebiliriz: Yaşantılar, bize duygulanımların özünü verir. Kişinin yaşantıyı nasıl kodladığını, yaşarken neler hissettiğini ve bu öğrenmeyi hayatına nasıl genellediğini gösterir. Zihindeki duygu yapılanmasının oluşmasına ve eylemlerin nasıl ortaya çıkacağına etki eder. Siz hiç farkına varmadan bu zihinsel yapılanma çoktan karar vermiş olur. Kısaca, yaşantıların anlatamadığı hatta sözcüklerin anlatamadığı birçok şeyi “duygular” anlatır. Duyguyu anladığımızda birçok yolun kapısı açılmış olur. Bundan sonra kişiye ulaşmak daha kolay olur. Kişinin en acı veren duygularına farkındalık sağlaması ona acı verse de bu, daha belirgin ve sağlıklı bir yol haline gelir.
Duygu şemalarımızın sağlıklı olmasının önemli şartı, bizi yetiştirenlerin duygularının farkında olmasıdır. Doğduğumuz andan itibaren sağ beyinden sağ beyne giden, görünmeyen yollar bulunur. Organizmamız karşı taraftakinin duygularını direkt kopyalayıp kendi içsel mekanizmasını daha da geliştirir. Bu durumda diyebiliriz ki ebeveynler duyguların farkında olursa çocuk, hayatı boyunca -kendini yetiştirenler gibi – gerçek duygularını yaşar. Gerçek duygularını göstererek karşıdaki kişiden de gerçek duygularla karşılık alır. Karşıdaki de şefkat ve merhamet duyguları ile onu kapsar ve böylece gerçek arkadaşlıkların, dostlukların, sevgilerin ve evliliklerin oluştuğu bir yaşam meydana gelir.
Gerçek duygularınız ile kalıp hayatı hakiki tadıyla yaşamanız dileğiyle